23 Ocak 2013 Çarşamba

Oyunlar Daha Hafif. Rüzgarlara Dikkat

Bir beliriyor, bir kayboluyordu yüzler. Evet yine ortada boş havuz. Islak ve sarıydı yapraklar. Ne işim var burada diye düşündüm. 

Bir pankarta yazıldı adı, altına da anıyoruz,unutmuyoruz eklendi. Acı çekmeyi unutmuş kalplerimizin rahatladı vicdanları. Yüzlerce ölüyü andığımızı sandık, bez parçasına yayıldığında
siyah ve kırmızı boya. Daha çok anmak için daha büyük yazdık, büyüdükçe yazı vicdanlarımızın ağızlarının suyu aktı. Hep beraber andık. Hep beraber çok üzüldük. Hep beraber çok sevindik. Hep beraber oldu bunlar. Biz yaptık oldu. Oldu dediler evet duyduk. Andık biz. Niye benim gözlerimden yaş akmadı.


Bir beliriyor, bir kayboluyor yüzler ağaçların arasında. Her türden ağaç var burada. Yapraksız, boş bir havuzun, evet aynı havuz, mavi fayanslı boş havuz, sahneye koyulamamış bir oyun gibi, erken gelmiş sonbaharın ortasında duruyor. İkide bir buraya neden geldiğimi anlamaya çalışıyorum. Elimde ezberlenmiş sözlerim. Karşımda boş havuz.

Koşuyor adam, yağmur başladı başlayacak, kolunda derin bir bıçak yarası. Bir önceki yağmuru taşıyan yaprakların arasından toprağa ulaşıyor damlayan kan. Koşuyor adam, kahverengi kumaş gömlek, sol kolu kanlı, siyah kumaş pantolon, paçaları ıslak. Siyah ayakkabısı altında yapışmış sarı yapraklar. Yağmur başlıyor. Koşmaktan yoruluyor, kan durmuyor, yağmurun ulaşamayacağı bir yer arıyor. Yarasını sarmalı. Kapı kapalı. Acısı büyüyor bastırdıkça yaraya. Kan daha hızlı ulaşıyor toprağa, karıştıkça yağmura. Hadi, sarmalı yarayı. Toprak kana alışıyor, o acıya alışamıyor. Toprak bunu anlamıyor. Şımarık bir kız çocuğu, açıyor sesi sonuna kadar rocky mountain highhhhh. Güçsüzleşiyor adımları, gökyüzüne bakıyor, yağmur dalmış gitmiş, başka bir şarkıyı dinliyor, toprak dans ediyor ayaklarının arasında. Ne zaman bu kadar ayrıldı yollarımız diyor, ağlıyor adam. Yarasını sarmalı, tek başına.
Bence zamanı geldi. Hadi kaldır zayıf ellerini, son gücünüde kullan yıkmak için süslü duvarlarını. Hadi yık ve gel. Tüm yollar birleşecek, kocaman bir el olacak tucaklar elinden. Yollarla el ele geleceksin. Nerede deniz var, oradan, nerede orman var oradan geçirecekler seni. Neydi en sevdiğin çiçek, ayçiçekleri miydi, tarlasını bulacaklar sana. Hadi yalnızca çık yola. Bitsin bu nefessiz, morarmış mektuplar.

- Acılarımız dağıtılmaya başlanmış, hadi gidip alalım.
- Ben çıkamayacağım bugün, benimkini de alabilir misin.
- Olur alırım. Ya da istersen benimkini kullanabiliriz bugün.

Bildirilmezse haddim, ben devam ederim!

- Başın sağ olsun.
- Show must go on.
- Efendim?
- Gösteri devam etmeli!
(Bence durmalı gösteri. Hepimiz yer kabuğunun birlerce metre altına kazılmış mağaralara çekilmeli ve beklemeliyiz.)
- Ne gösterisi?
- Bir gösterinin içindeyiz hepimiz sonuçta.
- Nasıl bir gösteri?
- Hayat yani, bir gösteri.
- Acının elinden tutup çıkamıyor musun dışarı?
- Hayır, dışında yer alamazsın, istesen de istemesen de bir parçasısın.
- Biraz kenarda durup, acımı çekeceğim, müsadenizle, diyemiyor musun?
- Buna zaman yok. Kenarda durmak diye bir şey yok, hayatın kenarı yok yani, nereye gidersen git akıntının ortasındasın. Kenar yok.
- Nereye gidiyor bu akıntı? Ve sen biraz korkuyorsun, anladığım kadarıyla.
- Akıntı, zaman işte. Bilirsin hep ileriye akar zaman, hayat geçer, yaşlanırsın, bilirsin. Korktuğumuda nereden çıkardın?
- Zaman hep ileriye mi akar?
- Sona diyelim?
- İleriye mi, sona mı?
- İleride ki sona diyelim.
- Neyin sonuna?
- İnsanın.
- Ya gösteri?
- Gösteri o zaman biter.
- Ne zaman?
- İnsan öldüğünde.
- Hangi insan?
- Ben öldüğümde biter.
- Gösteri?
- Devam eder.

Başın sağ olsun dedim, show must go on dedi, silahıma uzanıp vurmak istedim, silahı bulana kadar dondu ellerim. Titremeye başladım, sonra yine bildik görüntü, yaşlar boşaldı işte gözlerimden, kilitlendi dilim, bayılmışım.

Evet bildirilmezse haddim devam ederim. Ha, evet çık gel diyordum. Serbest bırak avucunda tuttuğun yıldızları. Vakti geldi. Hepsinden vazgeç. Şimdi çok bahsetmek istemiyorum ama, yıldız olmadıklarını göreceksin.

Yakında hepinize bir isim bulacağım. İsminizle çağrılacaksınız merak etmeyin.

Masaya oturdu peruğunu çıkardı. İşte bu defa fena yorulmuştu ve daha kötüsü az kalsın yakalanıyordu, son anda yağmur başlamasaydı. Neyse ki bu şehirde hep kapatılması unutulan bir çukur vardı, yağmurla birlikte atladınmı içine, gerisi kolaydı. Gizli öznelerin buluştuğu bir yazının kenarda kalmış sokakları burası. Kendi olamamışların en kestirme yoldan saptıklarında karşılarına çıkan ilk sokak. Ve bu sokaklardaki direklere çivilenmiş el ilanlarındaki bütün kahkahalar sessiz, bütün harfler küçük, bütün yüzler soluk, bütün gözler sakin. Donuk değil sakin.

Acısindan elinde sigara söndüren gençten daha fazla korkuyorum bugün acıdan. Kaçacak bir oyun bulmayım.

Geçmişin kuru yapraklarını, yağmurlu çatılarını, yemek kokularını, çamurlu sarmaşıkları arasına gizlenmiş tırtılları sarınmış geliyordu adam.

Kanarı olmayan bir nehir, bahçenin içinde oyuncak bir tekerleğin üstüne binmiş isyan. Hep ileriye akan, rüzgârında bizi eskiten bir zaman. Yok mu bu gösteriden atılmış çocuklar.

Tüm yalanları, oyunları, acıları ortaya koyup, kapaklarını kapatmakta nesi. Üstelik camdan tüm kavanozlar. Acının süzülerek camdan, biriktiğini görüyoruz kavanozun dibinde ve oyunların yavaş yavaş yükseldiğini görüyoruz kapağa doğru ama dokunamıyoruz. Kapalı.

Elbette merhaba diyeceğim hanımefendi size, ama tüm kelimeler üst üste binmiş. Seçip içinden uygun cümleyi kuramıyorum. Böcek sürüsü gibiler, hep bareber bulut olmuş uçuyorlar beynimin içinde, çekip birini almak istediğimde kaçıyorlar hep birlikte. Evet evet biliyorum dağınık saçlarım, en son ne zaman yemek yedim hatırlamıyorum. Artık ne bu şehir, ne bu yer, artık sığamıyorum. Ama yine de merhaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder