22 Ocak 2013 Salı

Ah, bir böyle yaşayabilse insan, ama ne çıkar..



Nice yeni manzaralar gördüm o günden bu yana: gökle yerin, insanla tohumun dayanılmaz bir nem içinde birbirine karıştığı yeşil ovalar; çınarlar ve çamlar; kırışık görünüşlü göller ve seslerini yitirdikleri için ölümsüz olan kuğular – gönüllü yoldaşımın, şu gezgin oyuncunun, Erinha’nın duvarlarını

 yıkan boru gibi, dudaklarını paralayan o uzun boruyu öttürerek yapabildiğim ne varsa yıkarken borunun tiz sesiyle gözümün önüne serdiği manzaralar. Eski bir resim gördüm basık tavanlı bir odada; bir yığın insan o resme bakıyordu hayranlıkla. Lazarusíun dirilişini gösteren bir resimdi. Ne İsa’yı, ne Lazarus’u gördüğümü hatırlıyorum o resimde. Yalnız bir köşede, mucizeyi koklarmışcasına seyreden birinin yüzünde beliren tiksintiyi hatırlıyorum. Soluğunu korumaya çalışıyordu başına sardığı koca bir bezle. Çok şey beklememeyi öğretti bu “Rönesans” efendisi kıyamette Yargı Gününden…


Bize yeneceksiniz, dediler, boyun eğdiğinizde.
Boyun eğdik ve küllerle karşılaştık.
Bize, yeneceksiniz, dediler, sevdiğinizde.
Sevdik ve küllerle karşılaştık.
Bize, yeneceksiniz, dediler, hayatınızdan vazgeçtiğinizde.
Vazgeçtik hayatımızdan ve küllerle karşılaştık.


Küllerle karşılaştık. Yeniden bulmak düşüyor bize hayatımızı, artık bir şey kalmadığına göre elimizde. Bunca kağıtlara, bunca duygulara, bunca tartışmalara ve bunca öğretilenlere karşın, sanırım sadece belleği biraz daha güçlü, bizim gibi biri olacak hayatı yeniden bulan. Verdiklerimizi hatırlamamak bizim elimizden gelmiyor hala. O, yalnız ne kazandıysa, onu hatırlayacak verdiği her şeyden. Bir alev neyi hatırlayabilir? Gerekenden biraz daha azsa hatırladığı, söner; gerekenden biraz daha fazlaysa hatırladığı, söner. Bir öğretebilse bize, bir yandan yanarken, sadece gerektiği gibi hatırlamasını. Ben sonuna geldim yolumun: bir başkası başlayabilse, benim yolumun sona erdiği bu yerden.


Gün olur, herşeyin yerli yerinde, bir ağızdan şakımaya hazır olduğu o noktaya vardığımı duyarım. Çark nerdeyse dönmeye başlamak üzere. Canlı ve inanılmazcasına yeni bir şey gibi döndüğünü bile düşündüğüm olur. Küçücük bir engel vardır gene de, küçüldükçe küçülen, ama büsbütün yok olmayan bir kum taneciği. Bilmiyorum, söylemem gereken nedir, yapmam gereken ne! Bazan orkestranın çıkardığı bir sesi boğup, kendisi eriyinceye dek, onu susturan bir gözyaşı damlası gibi görünür bana bu engel. Ve ruhumdaki bu damlayı eritmeye ömrüm yetmeyecekmiş gibi dayanılmaz bir duygu kaplar içimi. Ve diri diri yakılacak olsam, en son bu inatçı anın boyun eğeceğini düşünürüm durmadan…


Kim yardım edebilir bize? Bir zamanlar, ben daha gemilerde çalışırken, bir Haziran ikindisi, yapayalnız buldum kendimi bir adada, güneşten bitkin. Tatlı düşüncelere daldım hafif bir meltemle, işte o sırada, saydam giysisi altında ceylan gibi ince ve çevik gövdesinin çizgileri belli olan genç bir kadınla birkaç adım öteden sessizce onun gözlerine bakan bir adam gelip oturdu biraz uzağa. Bilmediğim bir dil konuşuyorlardı. Kadın “Jim” diyordu adama. Ama hiç ağırlığı yoktu sözlerinin ve körlerin bakışlarını andırıyordu birbirine karışan kımıltısız bakışları. Aklımdan bir türlü gitmiyor onlar, çünkü bir onlarda görmedim, herkeste gördüğüm o yırtıcı ve ürkek bakışı. Kişiyi ya kurtların ya da kuzuların sürüsüne katan.


Aynı gün gene rastladım onlara, o adalarda birden karşınızda belirip dışına çıkınca izini yitirdiğiniz küçük kiliselerden birinde. Gene aynı uzaklık vardı aralarında, sonra yaklaştılar ve öpüştüler. Bulutsu bir görüntü oldu o küçük kadın ve kayboldu gözden. Acaba biliyorlar mıydı bu dünyanın ağlarından kurtulmuş olduklarını?


Ben kalkıp gideyim artık. Denize eğilen bir çam biliyorum. Öğleleri, hayatımız kadar ölçülü bir gölge verir yorgun gövdeye, ve akşamları, deri ve dudak olmaya başladıkları an ölümü yürürlükten kaldıran ruhlar gibi, garip bir türkü söyler çam pürleri arasından esen rüzgarlar. Bir kere sabahlamıştım o ağacın altında. Taş ocağından kazılıp çıkarılmış gibi yepyeniydim, şafakta.


Ah, bir böyle yaşayabilse insan, ama ne çıkar.





Yorgo Seferis


“Profil”


Yapı Kredi Yayınları, 2001 (2. baskı), 232 s

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder